Karadeniz'in hırçın suları gibi yaşamın engebeli yollarında, Suna, kaderin acımasız darbeleriyle harap olmuş bir kadındı. Yalnızlık ve yoksulluğun pençesinde, çaresizlik içinde evlendiği Veysel ile tutarsız bir yuva kurmuştu. Veysel, Karadeniz'in hırçın dalgalarına karşı koyan sakin bir köyde yaşayan yaşlı bir duldu, ancak Suna'ya huzurlu bir sığınak olmaktan ziyade, bir yük gibiydi. Suna'nın kalbi bu evlilikte susuz kalmıştı. Veysel ile arasındaki uçurum, onu alkolün ve kaçış yollarının kollarına itti. Kaderin acımasız bir gecesinde, gittiği bir barda acımasızca tecavüze uğradı ve kırılgan dünyası paramparça oldu. Tam umutlarını yitirmek üzereyken, tesadüfen tanıştığı bir gazeteci, Suna'nın hayatına umut ışığı oldu. Aralarında filizlenen aşk, Suna'nın yüreğinde yeniden yaşam arzusunu uyandırdı. Ancak bu mutluluk da geçiciydi. Suna'nın aşkı ve evliliği, tıpkı Karadeniz'in acımasız kışında olduğu gibi, sadece kısa bir mevsim yaşayacaktı. Suna, hayatının mücadelesinde yenilmiş, yalnızlığı ve acısıyla yaşamaya devam etmek zorunda kaldı.